2 Ekim 2011 Pazar

Güney Kore - Japonya - Hong Kong (2011)

İçindekiler:
  1. Güney Kore (Seul): 28 - 31 Ağustos 2011 (4 gece)
  2. Japonya (Kyoto): 01 - 05 Eylül 2011 (5 gece)
  3. Hong Kong: 06 - 08 Eylül 2011 (3 gece)

Güney Kore (Seul)
28 Ağustos 2011 Pazar - (Seul - 1. gece)

THY Adana A340 uçağındaki 262 yolcu ile yola çıktık. Seoul Incheon Havaalanına vardık. İlk gözlem: Buradaki tuvaletlerde pisuvar aralıkları yok. Havaalanından şehre giden otobüste emniyet kemeri takmak şart. Şöför tek tek kontrol edip uyarıyor.

Kalacağım yere yerleştim (Seoul Guest House, ev sahibi Miza Hanım, geceliği 50.000Won = 43USD).

Seoul Guest House

Bir lokantaya girdim. Lokantalarda ayakkabı çıkartılıyor. Yerde bağdaş kurularak oturuluyor. Gittiğim lokantada siparişimi verdikten sonra yan masamda oturan baba ve 10 yaşlarındaki oğlu ile üç beş kelime konuşuyoruz. "Ver ar yu from?", "Törkiy", "Oo veri gut", gibi. Ardından kalkmak zorunda olduklarını belirtip -hem de özür dileyerek- kalkıyorlar. Onlar benimle muhabbet açmaya çalışırken "Bunlar beni keko turist sandı da kandıracaklar mı acaba? dikkatli olayım", diye düşünüyorum. Onlar kalkınca sonra "Fiyuuu... yırttık"... diye derin bir nefes alırken lokantanın çıkışından bana seslenildiğini farkettim: "Çori, çorii!" (Sorry, sorry!). Baba oğul bana el sallayarak "You don't need to pay anything, its already paid. Good night!" (yani, "Hesap ödendi, afiyet olsun!'). Oha falan olarak otele dönüyorum. Burada kalan Alman makine mühendisi  yoldaş Sebastian ile şehrin eski mahallesinde ufak bir gece turu yapıyoruz.




Miza Hanım'ın otelinde sadece 1 gecelik yer olduğu için yarın beni bir tanıdığının oteline yönlendirecekmiş (Peki?).


29 Ağustos 2011 Pazartesi - (Seul - 2. gece)

Sabah yeni otelimin (Pine Suites, ev sahibi Mr. Kim, geceliği 40.000Won = 35USD) sahibi Mr. Kim beni almak için geldiğinde nasıl da tedirgin oldum, acaba dolandırıyor mu, kandırıyor mu? En dandik, şehir merkezine uzak yerdir şimdi bak! Mr. Kim o kadar sıcak kanlı, nazik, mütevazi ama rahatlamadım, kastım. Adam da üzüldü. (Aslında otel hoş bir yer).

Pine Suites

Sebastiyan efendiyle buluşup Büyük Saray denen yeri gezdik. Buranın ana malzemesi tahta. İmparator buranın mütevazi bir yer olmasını istemiş. Zen budizmi falan derken imparatorluğunu yaşayamamış adam. Tahta saraya talim etmiş.

Grand Palace - Büyük Saray

Şehrin ortasına yapay bir nehir yapmışlar. Nehrin kenarında koreli koreli geziyorlar. Burayı dolaşırken Sebastiyan arkadaş diyor ki, "Ben bu sene tatile Türkiye'ye mi gitsem, Slovakya'ya mı karar veremedim ama sonra Türkiye'ye gitmeye korktuğum için Slovakya'ya gittim". "Neden korktun Türkiye'ye gitmeye?", "Almanya'daki Türkler hep tehlikeli tipler, ne kadar iti uğursuzu varsa, hep Türk!" Ben de (Oha, özgüvene bak, terbiyesiz herif, düşünüyorsun madem, söyleme bari) diye içimden geçirdim, "Bence senin Türkiye'ye gelmen lazım. O zaman Almanya'daki Türklerin durumunu daha iyi anlayabilirsin. Hiç kimse keyfinden vatanını terkedip gitmez. Habitatından koparılan insan artık başka biridir", dedim. "Hmm,..." dedi.

Seul Metrosu:
Nerden başlasam, nasıl anlatsam?
- İstasyonlarda raylarla yolcuların durduğu platform arasında cam bir ayıraç var. Sadece tren yanaştığında, kapının genişliği kadar bir kısım açıldığı için kimsenin raya düşme ya da tren tarafından çarpılma şansı yok.
- İstasyonlarda pek lüks tuvaletler, yolcuların kullanabildiği kasalar, büyük boy aynalar var.
- Hatlar arasındaki yönlendirmeler renklerle, tamamen turist dostu şekilde yapılmış.
- Duraklara yaklaşırken geleneksel müzik çalarak durağı anons ediyorlar.
Araştırmacı/arşivci blogcunuzun cep telefonu ile kaydettiği anons:




- Vagonlarda klima her zaman çok soğuğa ayarlı. Yaz günü üşütüyor.
- Metrodaki gençlerin 10'da 9'u telefonla uğraşıyor. Kimi cep telefonundan çizgi roman okuyor, kimi dizi izliyor, kimi mesajlaşıyor, ama öyle ama böyle telefonla meşgul oluyor.

- Yolcular metroya sırayla biniyor (Bizdeki gibi kapılarda yığılma olmuyor).
- Yaşlılar Koreliler için çok önemli. Bu yüzden tren ne kadar dolu olursa olsun  her vagonda yaşlılar için ayrılan yerlere ya hiç kimse oturmuyor ya da otursa bile yaşlı gibi biri binince hemen kalkıyor.


Seoul Metro - kasalar, ayna, wc, harita

Akşam geleneksel tarzdaki otelime dönüyorum. Mr. Kim bana bir çeşit keçeli kalemle yapılan geleneksel Kore resim sanatından örnekler yapıp hediye ediyor.

Kararım yarın sabah bu eski mahalleyi terkedip daha modern olan üniversite bölgesindeki bir hostel'e geçmek. Kendimi sıkacağıma istediğim şeyi yapmayı başarabildiğim için kendimi daha iyi hissediyorum.


30 Ağustos 2011 Salı - (Seul - 3. gece)

Sabah Lee&No Guest House'a geçtim (Geceliği 22.000Won = 20USD, 4 kişilik mix dorm., Hongik University bölgesinde). Ufak bir japon bahçesi, içinde de minik bir şelale var.

Bu şehirde yaşam kolay, rahat, güvenli. Haritaya bakıyorsan yolda çevirip soruyorlar; kendi yollarını değiştirip seni gideceğin yere götürüp bırakıyorlar. Koreli yapmış (Japon arkadaşlarımı tenzih ediyorum): ATM'ler, kartlı telefonlar karşısında bile Don Kişot pozisyonuna düştüm  (İlk önce ATM'den para çekmeyi başaramadım, sonra aşırı teknolojik kartlı telefonla bir yel değirmeni ile savaşır gibi savaştım.)

Bunlarda bizdeki hamam mantığında banyolar var. Bunlardan popüler olanlarından biri Seoul Station yakınındaki Siloam banyo. Burası 5 katlı, içinde hamam, farklı farklı saunalar (örneğin tuz odası - kendini tuza gömüyorsun), dinlenme, terapi odaları falan olan ilginç bir yer. Not: Pisuvar aralığı yapmayan zihniyet banyoya da çıplak giriyor.

Yemekler şahane: Söylediğin ana yemeğin yanına standart olarak turşu gibi 4 tane meze  geliyor. İşkembeli , etli, soğanlı çorba gibi bir yemek yedim ki, bizim işkembe çorbası bunun soyu tükenmiş atası olabilir ancak. Bir de lokantalarda her masada kendin pişir kendin ye donanımı var.

Solda: Hem ucuz hem güzel yemek gibisi yok. Sağda: Kendin pişir kendin ye

Yemekler çubukla (chopstick) yeniyor.  Aşağıdaki kısmı ekşi'den alıyorum:


Chopstick'ler Kore'de metal, Japonya'da ahşap (ama kısa), Hong Kong'da da ahşap (ama uzun) oluyor. Bu bilginin okuyucuya pratikte ne yararı olur, bilemedim.



31 Ağustos 2011 Çarşamba - (Seul - 4. gece)

Guang Jan Market: Tahtakaleye benziyor, gitmeye gerek yok. Kanadalı gitsin, Yeni Zelandalı gitsin.

Guang Jan

İnanç Dünyası (Hızlıca çiçek açıl!)
Korelilerin çoğu Hristiyanmış (%65), 1900'lerde Amerikadan gelen misyonerler sayesinde din değiştirmişler. Budistler %30 kadarmış. Daha önce tanışdığım bir Koreli (bkz. Yunanistan 2010 gezi blogu) bizim oralarda Allah inancı yok, demişti. Budist falandı herhalde.


Japonya (Kyoto)
01 Eylül 2011 Perşembe - (Kyoto - 1. gece)

Seul'den kalkan  Korean Air KE-723 A330-300 uçağı ile Osaka'daki Kansai Havaalanına vardım. Kansai, içinde Osaka, Kyoto gibi birkaç şehrin olduğu bölgenin adı. Kyoto'da havaalanı yok ama buradan Kyoto'ya tren var.

Kişisel ekranlarda mevcut filmlerin arasında National Geographic'in balinaların evrimi ile ilgili bir belgeseli vardı. (Evolutions: The Walking Whale). THY'de ise böyle bir belgesel koymazlardı sanırım. Pisuvar aralıkları olmamasını Kore'deki kültürel değerlere bağlayabiliriz ama evrimi?

Kansai havaalanında pasaport kontrolü yapıp parmak izi almaları ve kameraya baktırıp resmiçi çekmeleri 1dk sürdü. Daha önce Stansted ve Incheon'da rastladığım otomatik trenlerden burada da var. Tuvaletler  güzel. Otomatik sıvı sabun ve duş musluk var. (Japon'ların her şeyleri incelikle tasarlanmış. Hong Kong'un leş ortamına girene kadar her şeyde bu geçerli).

Kyoto'ya tren bileti alırken gişedeki kadın para saymıyor, para üstünü makine otomatik veriliyor. (Daha sonra markette, otobüste de aynı şeyi göreceğim). İnsanlar güler yüzlü. Bildiğin saygılı Japon işte. Bir akşam yağmurdan kaçtığımı görünce şemsiye hediye ettiler mesela.

Kyoto Tren İstasyonu (Süpersonik bir yer. - Japonya için
övgü kelimesi dağarcığımı tükettim artık)

Kalacağım hostel'e yerleştim (K's Hostel, Geceliği 2.500JPY = 30USD, 8 kişilik dorm.). Burası 4 katlı bir yer. Daha binaya girerken ayakkabıları çıkartıyorsun (Seul'deki gibi) - Hoş bir duygu.  

Akşam hostelin salonunda tanıştığım Takuya san ve Yashu Kyoto'lu ama yabancılarla tanışmak için hostelde takılıyorlar. Takuya nereye gimek istediğini soruyor, nasıl gideceğini anlatıyor, hatta o da geliyor! Sanki Japon devleti kültür elçisi olarak tutmuş!

Jashua, - Amerikalı; Alman anne, Irish baba, kendi Kore doğumlu. Evlat edinilmiş. (Norveçte evlatlıkların birçoğu Koreliymiş. Demek ki Kore'den çok evlatlık veriliyor!)

Tuvaletler
Tuvaletleri süper. Tercih ettiğin su basıncını düğmelerden ayarlayıp, kadın ya da erkek olduğunu belirten düğmeye basıyorsun (açıyı ayarlamak için), sonra bir takım robotik sesler sonrasında gizli taharat musluğu ortaya çıkıp ılık su ile yıkamaya başlıyor. Bir düğmeye basıyorsun, sifon çekilmiş gibi gürültü çıkartıyor (Herhalde bu özellik -umut sarıkaya'nın bir karikatüründe bahsettiği gibi- baba olmanın gerektirdiği "evde gürültülü şekilde sıçmak" özelliğini kamufle etmek için). Bu arada oturduğun yer de ısıtmalı. Sifonu çektikten sonra su rezervuarın üstünden akmaya başlıyor. Böylece sifonu dolduran suyla elini yıkayabiliyorsun:

Sadece bir tuvalet mi?


02 Eylül 2011 Cuma - (Kyoto - 2. gece)

80 yaşındaki teyze, 40 yaşındaki amca, 20 yaşındaki öğrenci, 10 yaşındaki kızan, 5 yaşındaki velet, 2.5 yaşındaki bebe, portakaldaki vitamin: Hepsinin ortak özelliği bisiklete binmeleri! Ne kadar yağmur fırtına da olsa herkes her yere bisikletle gidiyor.Bir elde şemsiye, bir elde gidon... İlginç ki, burada bisiklet yolu yok, kaldırımdan gidiliyor.

İlk gün Higashi-Honganji Temple'ı, Path of Bamboo'yu gezdim. Ayrıca bizdeki hamam mantığına benzeyen Goko-yu Onsen (hot spring)'e gittim. Hamam'da sigara için özel bir alan yapmışlar ama odanın içinde. Dumanı klimayla çekiyorlar.

Saat yönünde: Higashi-Honganji Temple,
Path of Bamboo, Sigara alanı, Goko-yu Onsen

Taksiler
Kyoto'da taksiler klasik model Toyota. Yan aynalar farların hemen üstünde, kaportanın üzerinde. Koltuklar yarıya kadar bembeyaz dantellerle süslü. Başka bir estetik var. Şöförler acayip kibar, asil tavırlı tipler. Aracın dışına çıktıklarında şapkalarını takıyorlar, müşteri araca binerken şapkalarını çıkarıp eğiliyorlar. Müşteriye makam şöförü gibi hörmet ediyorlar. Yolcu kapısını şöför otomatik olarak açıp kapıyor. Yol bilgisayarı var. İstanbul'da 7-8TL tutacak mesafe 740Yen tuttu (=13TL).

Gereksiz bilgiyi bu kadar yüceltmek
Koreliler ve Japonlar R ve L'yi ters, yani L ve R olarak okuyor. Örnek: aRrive --> aLive, Lake --> Rake

03 Eylül 2011 Cumartesi - (Kyoto - 3. gece)

Tipik kahvaltı şöyle birşey: Pilav, somon, miso çorbası, lahana (az), yeşil çay.

Dükkanlarda kayan kapı var, dokununca açıyor. Sırrına eremedim.

Yeşil çay
Masaya oturur oturmaz yeşil çay geliyor. Japonya da yazın soğuk, kışın sıcak geliyormuş ama Hong Kong'da hep sıcak olarak geliyor.

Tapınaklar
Kyoto'da binlerce tapınak var. Tapınakların girişinde abdest benzeri bir ritüel uygulanıyor. Ruhsal arınmaya hazırlanmak için akan sudan tası doldurup sağ eline, sol eline döküp bir de ağzına su veriyorsun. (Zaten taharat olayları da vardı, bunlar bizim kafada!)

Fotoğraf çekmek - mecburen, Poz Vermek - mecburen
Fotoğraflarda sanki başka birini pozlamak için model olarak duruyor gibi yaparsan hiç kasılmıyorsun. Poz vermek yerine (nasıl çıkacağım derdi olmadan) değişmeden olabiliyorsun (kendin gibi?)
Kuantum fiziğinde gözlemci gözlemlediği olayı etkiler denir. Bu da foto çekilirken insanın bir nevi etkilenip doğal duramaması gibi mi? Öyle ise kendini başkasının yerine koyan elektronlar (parçacıklar) da gözlemciden etkilenmeyebilirler mi(?)

Hostel cemaatiyle birlikte South Hagashiyama bölgesindeki Kiyomizu Temple'a ve Fushimi Inari Shrine'a gittik. (Shrine: Tapınak'ın [Temple'ın] küçüğü)

Kiyomizu Temple
Jishu-Jinja Shrine (Foto: http://paulstravelpics.blogspot.com)

Japonya'da kadınlara özel metro seferi var! Metrolar bazen o kadar kalabalık olabiliyormuş ki, kadınları korumak için böyle bir tedbir alınıyor imiş. Şaka falan herhalde diye düşündüm ama değilmiş! Böyle birşey Türkiye'de yapılsa ben itiraz ederdim çünkü benim düşünceme göre pozitif ayrımcılık ayağına yatıp aslında kadınlara gizlice "kadınlar için olan trene bin, eğer karma trene binersen tacizi kabul etmiş olursun! (rıspı!)" mesajı verilmiş olurdu. Türkiye'ye dönünce bunu bir kadın arkadaşıma sorduğumda, Paris'teki metro deneyiminden bahsetmişti. Bazen metro o kadar kalabalık oluyormuş ki, sıkışıklıktan neredeyse ayakları yerden kesiliyormuş. Böyle bir durumda kimin neyi nerde, belli olmaz, diyerek bu uygulamayı anlayabileceğini söyledi.

Kahve aldatmacası ve Nescafe gerçeği
O tapınak senin bu tapınak benim gezerken İspanyol bir endüstri mühendisi olan Marioanna arkadaşın Nestle'de (Nescafe fabrikasında) çalıştığımı öğrenince hemen merak ettiğim soruyu sordum: Nescafe denen şeyde gerçekten kahve var mıdır? Kahve suda çözünen bir madde değil sonuçta? O da dedi ki, "Evet, Nescafe gayet doğal birşey. Nescafe fabrikasını kocaman bir filtre kahve makinesi gibi düşünebilirsin. Biz kahveyi alıp su buharından geçirip filtre kahveyi oluşturuyoruz. Daha sonra buradaki suyu buharlaştırdığımızda elimizde suda çözünebilen neskafe kalıyor. Yani tamamen doğal." Peki dedim, kafeinsiz kahve? "O da doğal", dedi. "Dekafeinizasyon işlemi iyonize bir karbon molekülü (şimdi hatırlayamadım, y.n.) ile yapılıyor. Bu doğal madde yapısal olarak delikli olduğundan kahve içindeki kafeini tutuyor. Doğal bir filtreleme yapıyor."

Akşam yemeğinde herkes kendi memleketine has bir yemek yaptı. Ben de çoban salata yapmaya çalıştım. Ancak oldukça berbat birşey oldu. Yapana kadar yaşadığım ve etrafımdakilere yaşattığım stres de ayrı.

Kan grubu, Japonya'da bir tartışma meselesiymiş.  Millet birbirine kan grubunu sorup kendi kan grubuyla gururlanıyormuş. Bundan bahseden eleman (E,35) kan grubunu bilmiyor!!! "Kan grubumu bilmiyorum ama işe de başvurmuyorum!", dedi. 35 yaşında çalışmadan yaşamak için ya baban ya da ülken zengin olacak!

Bu hostel'in ortamı muhabbete pek elverişli. Zamanında Japonya'da 15 yıl yaşamış olan David'in, 18 ve 15 yaşında 2 çocugu var, Yeni Zelanda'da bir üniversitede öğretmenmiş. Orada Suudi Arabistan ve Umman'dan çok öğrenci varmış. Çogu devlet bursu ile geliyormuş. Umman'dan gelenler özellikle çok zekiymiş. Ancak bunun sebebinin muhtemelen Umman devletinin öğrenci seçiminde seçici davranmasından kaynaklandığını düşünüyor. (Arabistan daha az seçiciymiş).


04 Eylül 2011 Pazar - (Kyoto - 4. gece)

Kyoto'da muhteşem bir belediye otobüsü sistemi var. Aynı metro gibi haritası var. Nerden nereye gideceksen hangi hattan ne zaman değişim yapacağın belli. Otobüs terminali de zaten bir metro istasyonu gibi. Normalde cam bölmenin arkasında bekliyorsun, otobüs gelince sadece kapıların olduğu kısım açılıyor. Egzos gazına marus kalmıyorsun.

Otobüsler kırmızı ışıkta stop ediyor (Belli bir süre hareket etmeyince stop ediyor olmalı). Tekrar çalıştırmak için şöför ayağıyla birşeye basıyor. Otobüsün orta kapısından binilip ön kapısından iniliyor. Orta kapı kocaman. Yana kayarak açılıyor. Parayı binerken değil inerken veriyorsun. Parayı bir alete atıyorsun, üstünü veriyor anında.

Otobüs son durağa geldiğinde şöför otobüsten inen herkese tek tek "çok teşekkürler efendim", diyor. Benzer şekilde trenden indiğinde de mutlaka bir görevli herkesi selamlıyor.


Otobis

Günlük otobüs bileti alarak Kinkakuji Temple (Golden Pavillion), Ryoanji Temple, Philosopher's way'e gittim. Ryoanji Temple'daki Zen bahçesi, çakıl taşlarından ve 5-6 tane kayadan oluşuyor. Sadeliğin, Zen felsefesindeki bir ifadesi olan bu "kuru" bahçe dünyaca meşhur. Önünde oturup düşünce alemine dalıyorsun. Daha doğrusu eskiden tapınakta bunun için kullanılırmış.

Saat yönünde: Kinkakuji Temple (paulstravelpics.blogspot.com),
Ryoanji Temple, Philosopher's way, Ryoanji Temple

Akşam Yodobashi alışveriş merkezine giderek süpermarketi gezdim, sushi aldım. Markette kasalarda öndeki müşterinin mallarını torbalara koymasını beklemiyorsun. Kasiyer senin sepetindeki şeylerin barkodunu okutup başka bir sepete dolduruyor. Sen ödemeni yapınca sepetini alıp bir-iki metre ötedeki paketleme masasına geçip poşetlerini orada acele etmeden doldurabiliyorsun. Orada poşet, makas, selobant vs., var. Ayrıca bir de buz makinesi var, eve gidene kadar ısınmasını istemediğin şeyler için poşetine buz atabiliyorsun.

Süpermarket - Harbiden süper


05 Eylül 2011 Pazartesi - (Kyoto - 5. gece)

Bisiklet kiraladim. Kilit kullanışlı, tak çıkar derdi yok, vites yok, konforlu vs. Tüm bisikletler aşağıdaki şekilde:

Pisiklet - Sağda: Kilit gövdeye monte.

Burada "Avrupa standartları" falan yok ama kendi standartları çok daha yüksek!

Kore'de de burada da yürüyen merdivenler hep yerli malı: Japonya'da Nec, Mitsubishi, Kore'de Hyundai. (Bizde de öyle olmalı) 

Manga müzesine gittim. Herkes manga (Japon çizgi romanı) okuyor. Okuma salonlarından birinde aşağıdaki gibi bir okuma platformu var (pek güzel bir fikir):


Manga Japon kültüründe önemli bir yere sahip. Manga çok miktarda, hızlı tüketilmesi amaçlanan, bu yüzden ucuz kağıda basılan, çok detaylı çizimler içermeyen bir türmüş.

Kyoto'da adım başı içecek otomatları var.

İçecek otomatları - Atm'den daha fazla

En ufak bir yol çalışmasında bile çalışılan alan aşağıdaki resimdeki gibi sınırlarla çiziliyor. Bizde ise yolun ortasına açılan kocaman çukur öylece bırakıldığı için yağmur suyu ile dolup bir ailenin arabayla içine düşerek tümüyle ölümüne neden olmuştu. Buraya biraz Japon ithal edip etrafa serpiştirsek bizi de iyiye güzele doğru mayalar mı acaba?

İş güvenliği

Rub-a-Dub isimli küçük ama hoş bir reggae bar var. Eski plaklardan reggae çalıyorlar.


Hong Kong
06 Eylül 2011 Salı - (Hong Kong - 1. gece)

Sabah 06:45 Hatuka treni ile Kansai havaalanına, buradan da CX503 Cathay Pacific B777-200  uçağı ile Hong Kong'a geldim.

Bu bavulları elektrik motorlu üretilemez mi? Sürüklemek yerine ufak bir elektrik motoru oldukça işe yarayabilir.

Bu coğrafyada apartman olayı aşmış - Konut binaları dahi 50 katli.

Hostel'e yerleştim. (Wang Fat Hostel, Geceliği 129HKD = 17USD, 4 kişilik dorm.)
Japonya'nın steril hali burada yok. Şehir yemek kokuyor, kalabalık, vs. 
Binalar gibi tramwaylar, otobüsler de yüksek: Çift katlılar. Hong Kong bir ada, adanın hemen karşısında ise anakara var. Arada bir boğaz var. Şehir hatları vapuru ile anakaradaki Kawloon'a geçip şehrin gece manzarasına baktım.

Solda: Hong Kong gece manzarası, Sağda: sokak



07 Eylül 2011 Çarşamba - (Hong Kong - 2. gece)

Aynı hostel'de kalan Kanadalı Brent ile şehir merkezi yürüyüş turu yaptık. Sonra The Peak denilen, şehri tepeden gören yere çıktık. Daha sonra ben dünyanın en yüksek 4. binası olan ICC'ye çıktım. Bu çok yüksek binaların içi beni hep hayal kırıklığına uğratmıştır. Binanın dış özellikleri (yüksekliği, teknolojisi, tasarımı) bu kadar gelişim gösterirken, binanın içine girince Mecidiyeköy'deki 10 katlı Polat İş Merkezinden farkı olmamasına çok bozuluyorum.


Solda: The Peak'den manzara. Sağda: ICC binası. 100 ve 113.
katlar arası Ritz Carlton otel. (Sol üst resimde en arkadaki)




08 Eylül 2011 Perşembe - (Hong Kong - 3. gece)

Meze gibi ufak porsiyonlardan oluşan Dim Sum'lardan yedim.  sabah 12:30'da Jardine's Bazaar'dan ucuza bir mayo alıp 40 numaralı minibüsle Repulse Beach'e gidip denize girdim. 7 milyonluk şehre 15dk uzaklıktaki plajlar neden bomboş? Anlam veremedim. Deniz bulanık, bir de yüzme bölgesine  köpekbalıklarının girmesini engellemek için "shark net" denilen ağ gerili. Buraya yaklaşmak yasak ama bu ağ nasıl birşeydir diye merak edip korka korka ağa bir hayli yaklaştım. Tam ağa dokunacak kadar yaklaşmıştım ki bir grup minik balık suyun üstünde zıplayınca "eyvah köpekbalığı peşlerinde" diye düşünüp hayatımın en hızlı 100 metresini yüzdüm. Meğerse köpekbalığı insan yemezmiş. En fazla ısırırmış, hastaneye gidip pansuman yaptırırmışsın(?)

Akşam "Symphony of Lights" denen Hong Kong gökdelenleri üzerinde yapılan ışık ve müzik gösterisini izledim. Gereksiz birşey (daha doğrusu başarısız bir gösteri).

Saat yönünde 1 ve 2: Repulse Beach, 3 ve 4: Lamma Island


09 Eylül 2011 Cuma - (Hong Kong - Dönüş)

Hostelde hesabı kapatıp Lamma Island'a gittim. Minik bir ada, çok az yerleşim var. Keşfedilmemiş bir yer havası var. Gitmeye görmeye değer mi: Hong Kong'daki 4. günden önce gitmeye değmez.

A11 otobüsü ile havaalanına gittim. Burada business kabini için ayrı, ekonomi kabini için ayrı körük var.
TK71, B777-300 uçağı ile İstanbul'a döndüm.
Bye :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder