2 Ekim 2011 Pazar

bosna hersek (2011)


23.07.2011 - 24.07.2011 (2 gün)
Saraybosna

Türklerden vize istemeyen Bosna Hersek'e sadece bir haftasonu için biletimi alıp gittim.

Dedem Saraybosna'da doğmus. Sonra 1915'de balkan savaşından sonra Türkiye'ye dönmek zorunda kalmışlar. Babama hep dermis ki, ölmeden önce bir kere daha görebilsem... Ama olmamış. O tekrar göremedi ama ben gidip görmüş oldum.

Burası müslümanla hristiyanın huzur içinde beraber yaşadığı bir yer (bu gibi yerlerin bir diğeri de Beyrut). Kimse kimseye karışmadığı gibi toplumsal bir gerginlik hissetmiyorum.

Saraybosna Türkler tarafından kurulmuş. Şu anda Türkiye'den daha iyi korunmuş bir Türk mimarisine sahip. Şehir merkezi Başçarşı diye geçiyor. Sokak, mahalle isimleri, insanların adları, yiyecekler vesaire bir çok Türkçe kelime var.



Şehir merkezi yürüyerek rahatlıkla keşfedilecek türden. Geceliği 20Eur olan Kod Keme pansiyonda kalıyorum. Pansiyonun sahibi kadının adı Nermin, oğlunun adı Kenan. Adları Türk ama Bosnalı'lar. Türkçe ya da Türklükle alakaları yok. Oğlu siyaset tarihi okuyori aynı zamanda pansiyon müşterilerini havaalanına götürüp getiriyor. Yolda onunla sohbet ederken "Erdogan is very good!", diyor. (Bunun aynını 4 ay sonra Amman'da bir kasetçide de duyacağım.)


Canlı bir gece ve kültür hayatı var. Ben gitmeden 1 gün önce Cuma günü, 17. Uluslararası Saraybosna Film Festivali'nin açılışı yapılmış (Festival 22-30 Temmuz arası). Broşürü tarayıp festivaldeki Türk filmlerini çıkartıyorum:

uzun metrajlı:
  • seyfettin tokmak - kırık midyeler
  • nuri bilge ceylan - bir zamanlar anadolu'da
  • seyfi teoman - bizim büyük çaresizliğimiz

kısa film:
  • metin akdemir - ben geldim gidiyorum
  • hüseyin karabey - hiçbir karanlık unutturamaz

ayrıca istanbul hakkında:
  • imre azem - ecumenopolis city without limits (ekümenopolis ucu olmayan şehir) - türkiye ve almanya ortak yapımı
  • ayrıca 6 yabancı yönetmenin çektiği beni unutma istanbul

Bu filmelerin gösterim zamanları bana uymuyor. Ben de Avusturyalı yönetmen Arman T. Riahi'nin göçmenleri anlattığı başarılı belgesel filmi Schwarzkopf'u seçiyorum (schwarzkopf = kara kafa). Nazar diye bir rap'çinin hikayesini anlatıyor. Gösterim öncesinde festivalin belgesel kuşağını hazırlayan kadın bir konuşma yapıyor. Anlattığına göre belgesel yarışmasına 150'nin üzerinde film başvurmuş, bunlardan 23 tanesi yarışmaya seçilmiş.

Kendi de bir göçmen olan yönetmen, film gösterimi sonunda soru cevap seansında bir kadının "Avusturya'da sadece göçmen erkek çocukları mı var, hiç kız yok mu? Filmde neden hiç kız çocuk yok?", sorusuna "Suç olaylarına karışan, ayrıca hikayenin anlatıldığı gruba mensup kişiler, sokakta sürtenler hep erkek. Cinsiyet kotasını doldurmak için de kızlara yer veremezdim" diye cevap verdi.

Başçarşı'da dolaşırken camiler, dükkanlar, hamamlar sade ve şık bir Türk mimarisini tecrübe etmenizi sağlıyor. Bosnalılar boylu poslu, güzel bir ırktan geliyorlar (maşallah). Dillerinde bir çok Türkçe kelime var. Mesela, "haydi, haydi..." diyorlar. Ayranları çok koyu (ama güzel).

Böyle farklı kültürel bir ortamda dolaşırken islami kurallara göre gömülmek hakkında düşünüyorum. Ruhlara veya ölümden sonra yaşama inanmayan biri için nasıl gömüldüğü pek farketmezdi - Sırf ailesinin içi rahat etsin diye böyle gömülmeye itiraz etmezdi herhalde. Ruhlara inanmak cevabını bulmaya uğraştığın problemin yarısında kesip atmak gibi.

Gece hayatı renkli. Gecenin her saati kadınlar yalnız başlarına dolaşabiliyorlar. Kapalı mekanlarda sigara yasağı yok. Bosnada ateist - müslüman - hristiyan olmaya pek önem verilmiyor. Bu konuda bir gerginlik yok (ya da tatilde olduğum için ben hissetmiyorum ama öyle olsaydı kızlar gecenin bir yarısı tek başlarına tacize uğramadan dolaşamazlardı gibi geliyor bana.)
İstanbul'da ise şort giydiği için belediye otobüsünde saldırıya uğrayan genç kız, sevgilisiyle öpüştüğü için otobüsten atılan çift, el ele yürüdükleri için Şişli'de bıçaklanan çift gibi örnekler çok.

Kötü olan, cinselligin tabu olarak gösterilerek bunun sonuna kadar insanları yönetmek için kullanılmasıdır. Türkiye'de hangi iktidar olursa olursa olsun kötü yönetim her yerde hissedilir. İnsanların her biri tek tek toplmumsal baskı görür. Gerginliklerin sebebi bence yönetimseldir.

Şehrin 4 tarafı yeşil dağlarla çevrili. Zaten Yugoslavya'nın dağılması esnasındaki o korkunç savaş sırasında da şehir hep bu tepelerden ateş altında tutulmuş.


Şöyle birşey farkediyorum: Türkiye'de boyum hep ortalamanın üzerinde olmuştur ama burada diğerlerine göre uzun boylu değilim! Herkes ortalama benim kadar. Dedemin oradan gelmesi benim icin daha bir anlamli oldu. Demek ki gerçekten buralarda bir köküm var!
Şehrin yamaçlarındaki meyve ağaçlarından dedem için birkaç erik yiyorum...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder