2 Ekim 2011 Pazar

yunanistan (2010)


24.05.2010 - 30.05.2010

(Siz yazıyı okurken arka fonda çalması için İmam Baildi'dan bir parça http://fizy.com/#s/12l5v5)

İstanbul'daki Yunanistan konsolosluğuna başvurarak vizemi aldım. Her ne kadar başvurmanın bir dert, pasaportunu teslim almak ayrı bir dert, konsolosluktaki Samatya vergi dairesinden fırlamış gibi ablalarla uğraşmak ayrı bir dert olsa da, dile kolay, 35 yılımı 3-5 mil ötemdeki İstanköy adasına bakarak geçirmişim. Bakmış bakmış ama gidememişim. Birazcık eziyete değer!

Beni yolcu eden babam:
Hemen öncesinde ben Akyarlar'daki evden ayrılırken annem:


Kos (İstanköy)

Turgutreis'den feribota atlayıp yaklaşık 20 dakikada karşı kıyıya geçtim. Hala Turkcell ile konuşarak feribottan indim. Bir teyze "pansiyon lazım mı", dedi, "lazım", dedim, motorsikletinin arkasına beni atıp götürdü (yarı yolda motoru bozuldu). Odama yerleşip dışarı çıktım. Meydana geldim. Kocaman bir begonvil! En büyük monoblok begonvil bu herhalde (Pentagon'un begonvil hali). Meydanda bir cami var. (Bir zamanlar Bodrum'un meydanında da bir kilise vardı ama onu bir güzel yıkıp yerine Halk Eğitim Merkezi yapmışlar. Şimdi içinde şahane taklit çantalar ve saatler satılıyor. Dilerseniz gidip bir tane alabilirsiniz.)

Meydanda bir kahve içip bir dükkandan Lonely Planet rehber kitabı edindikten sonra, sahile gidip denize girdim. Deniz aynı deniz, su aynı su (mis gibi temiz) ama bu sefer karşımda Kos değil, bizim Turgutreis'deki evin manzarası. Kos sakin bir yer, bizim Büyükada'yı andırıyor.

Gece hayatı pek işe yaramaz. Ama gece dışarda bir duvar kenarında otururken yanıma gelen baloncu çocukla muhabbet ettik. Çocuk Türk, çingene. Rumca şivesi ile Türkçe konuşuyor.

Yemekler güzel, balıkçıda mezeyi kendin seçmek diye birşey yokmuş, ben garsona "kültürümüz ortak, ben sizi biliyorum" mesajı vericem, onunla iletişim kuracam diye ısrarla mezelere vitrinden bakmaya kalkınca neredeyse gerginlik çıkıyordu. Burada menuden seciliyomuş sadece.

Kos'a bunca yıl gidememek içimde ukte olmuş, gidince üzerimden bir yük kalkmış gibi oldu.
Adalar arasında inanılmaz bir feribot ağı var. En az 3 - 4 tane farklı özel şirketin gemileri adalar ve Yunanistan anakarası arasında seferler düzenliyor.

Kos'ta 1 gece kalıp aşağıdaki gemi ile Rodos'a geçtim.


Rodos - Bodrum Kalesini yapan Sen Jan Şövalyeleri ile tanışma zamanı

Rodos'ta da yaşlı bir teyze çığırtkanlık yaparak beni ve birkaç turisti daha biraz emrivaki ile arabasıyla oteline götürdü. Kadına hayır diyemediğim için pişman oldum, böyle olunca kadına da biraz düşmanca davrandım, kendi kafama da taktım.

Rodos en eski ortaçağ kentlerinden biri. Bildiğin, şövalyeler falan yaşamış. Sokaklar dar.


Bir meydan:


Yemekleri güzel, insanı tatlı. Çupra'nın Yunancası çipura. Sunumu bizimkinden biraz farklı. Yanında pilav ve patates veriyorlar. Şöyle birşey:


Santorini - Vay anasını sayın seyirciler!

Rodos'ta da 1 gece kaldıktan sonra yine bir feribot ile Santorini'ye geçtim. Burası meşhur turistik bir yer. Takvimlerde falan gördüğünüz türden. Ama coğrafyasının bu kadar özel olduğunu bilmezdim. Bu ada bir yanardağ. Ortası denize batmış (yerleşim yeri batmayan kısımda, denize dimdik olan yamaçta krulmuş) ama sonra yanardağ lav püskürtmeye devam ettikçe denizin ortasından tekrar bir adacık çıkmış.

Yerleşim şu şekilde;

Ortadaki -hala aktif olarak duman çıkartan- adacık şu:


Ia (iya) köyünden 2 fotoğraf:


Santorini adasında ulaşım çok kolay. Merkez dışında sadece 5 tane gidilecek yer var, hepsine de aynı garajdan hareket eden 5 adet otobüs seferi var. Her biri yaklaşık yarım saat sürüyor.

Yakın zamana kadar yolu dimdik yokuş olan liman ile şehir arasındaki ulaşımı sadece atlar sağlıyormuş ama artık bir teleferik de yapmışlar. Bu atlar da kışın bizim adalardaki atlar gibi sahiplerince salıverilip hayatlarını çöpleri karıştırarak mı sürdüyorlar dersiniz?
(ɯɐɯuɐs :dɐʌǝɔ)


Bu kadar turistik bir yer nasıl bu kadar korunabilir? Pek fazla ev yapılmamış, her yer siteyle doldurulmamış. Pastanelerde, kafelerde hala dükkanların sahipleri amcalar, onların eşleri, vs çalışıyor. Hızlı servis için koşturup duran garsonlar yok etrafta. Herşey rahat.

Burada geceliği 5000 dolara da kalabiliyorsunuz, 10 dolara da. Youth Hostel 10 dolara çadırda ya da 6 kişilik odalarda kalabileceğiniz temiz bir yer. Yiyecek içecek ucuz değil ama istenirse marketten peynir ekmekle idare edilebilir. Ancak yine de buraya gelen turistlerin birçoğu Türkiye'de görmeye alışkın olmadığımız türden varlıklı, amerikalı, japon vs. turistler.

Yunanistan'daki tüm adalarda gördüğüm, restoranlarda masaya haritalı bir kağıt örtü seriyorlar. Zeytin ve ekmek de vazgeçilmezlerden:


Atina

Kalbim Santorini'de kaldı ama artık dönmek gerek. Son durak Atina. Yine bir gece feribotu ile sabahın köründe Atina'ya iniyorum. Hostel'e yerleşiyorum. Gece hayatı çok renkli. Kızlar çok rahat. Gecenin 3'ünde bile kız kıza rahatça dolaşabilyorlar. Bir de bu Yunan kızlarının birbirleri ile konuşacak ne çok şeyi var; trende barda sokakta dışarıyla ilgilenmeden durmadan konuşuyor, eğleniyorlar.

Şehrin tam merkezindeki Hierapolis'i ziyaret ediyorum. Buranın ortasına Osmanlılar zamanında minare dikilmiş. Sonra bir şekilde yıkılmış.

2000 olimpiyat oyunları için yapılan tesisleri geziyorum. Olimpiyat stadı tahminimden daha küçük. Koşu pisti, uzun atlama için kum havuzu, ne kadar basit gözüküyor! Sporcunun kendinden başka güveneceği hiçbir teknoloji yok, 2500 yıl önce nasılsa, hala aynı.

Atina'da çok fazla grafiti, duvar resmi var diye duymuştum, gerçekten de öyle. Bir tanesini koyuyorum:

En son uçağa atlayıp Türkiye'ye dönüp, hemen 1 gün sonra yeni işime başlıyorum. İyi ki iki iş arasında 1.5 ay tatil bırakmak için kasmışım, diyorum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder