12 Eylül 2011 Pazartesi

Belfast - Kuzey İrlanda (2000)

"Ya ben hayatım boyunca yurtdışına çakamam herhalde, nasıl gidicem ki, kim gönderir ki" diye düşünürken netaş beni 2 haftalığına belfast'a SDH (fiber optik haberleşme teknolojisi) eğitimine gönderdi. Böylece ilk yurtdışı seyahatimi yapmış oldum. Ne heyecandı, nasıl bir mesud olmaktı o öyle.

Londra aktarmalı uçuşta ayak bastığım ilk yabancı topraklar olan londra havaalanında ilk dikkatimi çeken şey klozetlerde klozet kapağının olmamasıydı. Sonra Belfast'ın uçsuz bucaksız halı saha gibi her yeri kaplamış çimenlik topraklarına şaşkınlıkla baktığımı hatırlıyorum.

apartmanların olmaması, pazar günü her yerin kapalı olması, şirkette bizi karşılayan elemanın "welcome to northern ireland!" demesi (ki sonra bu kalıbı kullanmışlığım vardır), vs. vs., herşeyi farklıydı.

(
katy daly's, auntie annie's, limelight gibi guzel pub'lari olan sehir.guney irlanda'daki yaz festivallerinde bar organizasyonu belfast'tan bir sirket tarafindan yapilmaktadir. burada calisacak bar personeli de belfast'tan gider (50-60 kisi) .ayrica crescent arts center'de davul dersi veren mukemmel stick control'e sahip tecrubeli davulcu alex walker'in yasadigi sehir.

burda yok:
  • sinemada yer gösterici, 5 dakika ara
  • benzin istasyonunda pompacı
  • araba yıkamacı
  • temizlikçi kadın
  • noter
  • havaalanı ve bazı yerlerde klozet kapağı

var:
  • her umumi tuvalette/bar tuvaletinde prezervatif makinesi
)

İlk kez 2 haftalığına gittikten sonra 28 Mayıs - 02 Eylül 2000 tarihleri arasında 3 ay için gittim. Sonra da 02 Ekim 2000 - 10 Haziran 2001 tarihleri arasında 8 ay için gittim. Aslında bu 3 ve 8 aylık gidişlerimin hikayesi hayatımın akışını da etkileyen bir akşam sayesinde oldu.

Üniversiteden mezun olalı daha 2 yıl olmamışken, 2 mayıs 1999'da o güzel akşamda çağlayan abi ve babam ile sohbet ederken bana 2-3 yıla kadar yurt dışına çıkmalısın, dediler. (hatta çağlayan abi, bi iki yıla kadar yurtdışına çıkmazsan gözüme gözükme, dedi). Ben de "ya bırak allaaşkına, kim niye beni yurtdışına göndersin ki?", şeklinde bir tepki verdim. Bunun üzerine babam ve çağlayan abi o zamanlar çalıştığım netaş - nortel networks'ün uluslararası bir şirket olduğu için böyle bir şeye imkan verebileceğini ama bunun için mutlaka yöneticimle konuşup onu bilgilendirmem gerektiğini açıkladılar. Ona söylemeliymişim ki, böyle bir durum oluştuğunda benim gitmeye istekli olduğumu bilsin, bana söylesin. ("Püff, zaten herkes ister ki yurtdışına çıkmayı - zaten netaş'ın ortamı hiç de öyle değil" diye içimden geçirsem de bu adamların lafını dinlemek gerektiğini hissedemeyecek kadar öküz de değildim yani).

Bunun üzerine bir gün müdürüme gidip önümü ilikleyip ellerimi önümde birleştirerek "amirim, birşey konuşacağıdım", diyerek "eğer fırsat olursa, ben yurtdışına gitmek isterim", dedim.

Bundan birkaç ay sonra müdürüm beni yanına çağırıp nortel networks'ün belfast'taki yerinde 3 aylık bir proje olduğunu ama bunun -benim o anda çalışmakta olduğum hardware bölümünden farklı olarak- bir yazılım projesi olduğunu, ama ben yurtdışında çalışmak istediğimi belirttiğim için öncelikle bana sormak istediğini, gitmek isteyip istemediğimi sordu.

böylece hiç hesapta yokken (ya da tam sırası gelmişken) hardware'den software'e, istanbul'dan da belfast'a geçmiştim.

yurtdışına çıkmadan önce "oraya gidersem kalırım, yurtdışı harika" diye düşünürdüm (şu anda farkediyorum ki bilmediğim şeyi -yani yutdışını- kafamda mükemmelleştirmişim. ne ilgiçtir ki aynı şeyi hala yapıyorum ama başka şeyler konusunda). Ancak oraya gidip yaklaşık 1 yıl yaşadıktan sonra -her ne kadar kalmak etmek, gitmiş olmak süper idiyse de- hayatımın sonuna kadar orada kalmak istemedim. Bunun temel sebepleri:
  1. Arkadaşlarımı özlemem,
  2. Evim arabam param olsa da yalnız kalmış olmam (bu belfast o konuda çok pis yer. zaten minicik bi yer, sosyal hayat çok fazla yok. benim yaşımdaki herkesin ise 2-3 çocuğu vardı. hepsi şehre en az yarım saat mesafede oturuyorlardı. Türkçe gibi geyik yapamamak ise acıların en büyüğüydü). "vay bee, bizim yıllarca uğruna neleri feda ettiğimiz, sahibi olmak için kıçımızı yırttığımız ev, araba, para gibi şeyler aslına hiç de insana mutluluk getirmiyormuş" diye bi sonuca varmıştım daha belfast'taki ilk bi kaç ayımda.
  3. Güneş yok, hava soğuk. (Bundan rahatsız olacağımı eskiden söyleseler inanmazdım ama gerçekmiş. güneş önemliymiş)
  4. Yemekler. (Ya sen ingiliz olmuşsun, dünyanın zenginisin, entelisin, müzisyenisin ama yediğin yemeğe bak! acıdım valla! o yemeklerle tabi pink floyd olursun, jarvis cocker olursun, billy corgan olursun. acıların en büyüğünü yaşıyorsun.
  5. Yabancılık hissiyatı. (Yahu kaldırım taşları bile insana yabancı gelir mi? İstanbul'da o kaldırım taşının nerden geldiğini mi biliyoruz? Sanki orda başıma birşey gelse kimse ilgilenmeyecekmiş, burada ise herkes ilgilenecekmiş gibi geliyor)
  6. "Yurtdışında fazla kalanlar kafayı yiyor" gibi garip bir fikre kapılmıştım o zamanlar. Röportajını okuduğum birkaç müzisyenin garip garip şeyler söylediğini hissettiğimde "bu adam uzun süre yurtdışında yaşamış olmalı", diye düşünüp doğru tahmin ettiğim bir iki örnekten sonra buna ciddi şekilde ikna olmuştum. Fazla kafayı yememek için memleketten fazla uzak kalmamak lazım diye düşünüyordum.

Yıllar önce 12 yaşımdayken (demek ki 1987'de) bir yaz günü akşamı bodrum'da annemlerin paşabahçe dükkanına doğru yürürken kendi kendime 2000 yılında ne yapıyor olacağımı düşünmüştüm. Ufak bir hesapla 2000 yılında 25 yaşında olacağımı hesaplayıp heyecanlanmıştım. 25 yaş! koca adam olacaktım o tarihe kadar. Acaba ne yapıyor olacaktım?

İşte bu sorunun cevabını Belfast'ta kendi evimde oturup yemek yerken vermiş olmak bana bir haz verdi (sanırım sevinçten titredim). Sığ suların kralı Ertuğrul Özkök gibi "that was a good life" modunda olmuş biraz ama yine de yurtdışına çıkmayı bir ütopya sayan biri için saf bir mutluluk sayılabilir herhalde.

İşyerindeki diğer mühendis arkadaşlarla sohbet ederken yaz tatillerinde hangi ülkelere gittiklerini genelde şöyle sıralıyorlar: "I've been to,..." (tavana bakarak biraz düşündükten sonra haritayı gözünün önüne getirip sıradan saymaya başlıyor), "Spain, France, Italy, Greece,..." - Türkiye'yi atlıyor - "Israel, Egypt,...", vs vs. Bir gün sonra mesaiye kalmam gerekiyor, ofiste bir tek ben varım, bir de her masanın altındaki çöpleri sırayla boşaltan teyze. Türkiye'den geldiğimi öğrenince gözleri parlıyor, ve şöyle diyor "I go only to Turkey for summer holidays every year!"...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder